21 Ekim 2011 Cuma

İçinden Müzik Geçen Kent Bratislava


















Slovakya'nın başkenti Bratislava, rehber kitaplarda Viyana çevresindeki görülecek yerler arasında ilk sırada yer alıyor. Biz de daha Viyana'da birçok, Avusturya'da ise hiçbir yeri görmeden, bir pazar sabahı Bratislava yollarına düşüyoruz. Pazar günü Viyana'da her yerin kapalı olması arkadaşımın içini sıkıyor ve kendisini Viyana dışında en yakın yere atmak istiyor.

Komşu ülke Slovakya'nın başkenti Bratislava'ya Viyana'dan çok kısa ama çok güzel bir tren yolculuğuyla ulaşıyoruz. Yemyeşil kırlar, bölgeye özgü muhteşem evler arasında geçen yolculuğumuzda bir saatin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Sanki bir Avrupa başkentinden diğerine değil de, bir kasabadan bir köye gider gibiyiz. Komşu başkente varana kadar da bir kente geldiğimiz izlenimine kapılmıyoruz.

Aslında yolculuk bitip Bratislava istasyonuna inince de kendimizi bir Avrupa başkentinde hissetmiyoruz. İstasyon Türkiye'nin taşra kasabalarındaki istasyonlar kadar köhne ve bakımsız, ancak kalabalık. İnsan profili ise Avusturya'dan çok farklı. Turist information'da görevli kadın sorularımıza zoraki yanıt veriyor. Ağzını açmaya üşenir bir havası var. Tren istasyonundan havaalanına nasıl gideceğimiz sorusunu isteksizce cevaplıyor. (Şimdilik havaalanına gitmiyoruz ama Bratislava'dan Avrupa'nın birçok yerine çok ucuza uçuran Ryanair'in varlığı nedeniyle önümüzdeki dönemde bu bilgiye ihtiyacımız olabileceğini düşünüyoruz.) Danışmadaki görevli şehir haritası içinse bizi istasyon çıkışındaki büfelere yönlendiriyor.

Büfedeki kadın bir haritaya 5 Euro istiyor. Aslında birçok şeyin burada Avusturya'dakinden ucuz olduğu iner inmez gözümüze çarpıyor ama bir harita için 5 Euro çok. Zaten Avusturya'daki tren istasyonundan ücretsiz aldığımız bir haritamız var ve onunla yetinmeye karar veriyoruz. Ancak bu haritada yerimizi bulmak bile epey bir zaman alıyor çünkü istasyonda tüm yazılar Slovakça ve kimse bize yardım etmeye gönüllü değil. Büfedeki kadın 5 durak ötedeki şehir merkezine hiç yürüyerek gitmediğini ve nasıl gidileceğini bilmediğini iddia ediyor :)

Bratislava ile ilgili ilk izlenimimiz pek olumlu değil. Eski püskü binaların arasından yolu tutup şehrin tarihi merkezine doğru yürümeye başlıyoruz. Tarihi merkeze doğru geldikçe kentin havası değişmeye, civardaki insan sayısı artmaya başlıyor. Anlaşılan bu güneşli ama soğuk pazar günü Bratislava'yı görmeyi tek isteyen biz değiliz.

Tarihi/turistik merkezin insanı içine çeken bir yapısı var. Daracık sokaklar, kucak dolusu çiçeğin dışarıya doğru sarktığı pencereler, sokaklarda karşımıza çıkan küçük küçük dükkanlar. Rehber kitaplarda kentin Ortaçağ Avrupası'nda oynadığı önemli rolden söz ediyor. Küçük, renkli ve sevimli dükkanlarla bezeli bir Ortaçağ kenti, tarihi merkezin havasını özetleyen en uygun cümle oluyor. Viyana'da sürekli devasa binaların fotoğrafını çeken ben, Bratislava'da çeşitli renklere boyanmış, oyuncaklarla süslenmiş dükkanların önünde fotoğraf çektirmeye doyamıyorum :) Butikler, hediyelik eşya dükkanları, müzik ve kitap mağazaları... Kızıl saçlı genç bir kızdan 2.5 Euro'ya baget ekmek arasına hazırlanmış sandviç aldığımız büfenin bile kendine has bir güzelliği var.

Bratislava'nın pazar gününe müzik damgasını vurmuş gibi. En azından bizim pazarımıza vuruyor. Sokaklarda dolaşırken içinden müzik sesi gelen bir kiliseye giriyoruz. Küçük bir klasik müzik topluluğu, hazırlanmakta olan fotoğraf sergisinin açılışı için prova yapıyor. Toplulukta müzisyenlerle birlikte çalan genç müzisyen adayları konsere ayrı bir neşe katıyor. Sesi duyup gelen bizden başka turistler de var. Günümüzü güzelleştiren müziği bir süre dinleyip turumuza devam ediyoruz.

Tarihi merkezden Tuna kıyısına iniyoruz. Burada Tuna, Viyana'nın tersine kentin merkezine çok yakın mesafede, kentle daha içiçe. Kıyısında durup nehri seyrediyoruz. Hava buz gibi ama güneş yüzümüzü ısıtıyor. Tuna'da gezinti gemileri yüzüyor. Bu gemiler nedense bana çocukken okuduğum Tom Sawyer hikayesindeki Mississippi nehrinde yüzen tekneleri anımsatıyor.

Tuna'nın öbür yakasındaki modern şehre geçecek ya da kaleye çıkacak zamanımız yok. Güneş batıyor, üşüyoruz ve hava kararmadan yakalamamız gereken bir trenimiz var. Eve dönüş vakti. Birkaç hafta öncesine kadar geliş hazırlıkları yaptığımız Viyana'nın bugün içimizde dönülecek bir ev hissi uyandırması çok ilginç bir duygu. Ama ne de olsa sıcak yataklarımız orada bizi bekliyor.

Dönüşte bir müzik sürprizi daha var. Bir adam, tek bir kasaya topladığı bir sürü müzik aletini tek başına çalarak gelen geçene konser veriyor. Öyle hoş ve değişik ki, biz de cüzdanımızdaki bozukluklarla adamın emeğine ufacık bir katkıda bulunuyoruz. Sabah gelirken bir çocuk parkında gördüğümüz, her karesine basışta ayrı bir notayı tınlayan müzik aleti şeklindeki çocuk oyuncağını da katarsak, Bratislava aklımızda bir müzik kenti olarak yer ediyor. İçinden Tuna'yla birlikte müzik geçen kent...

1 yorum:

  1. bayıldım fotoğraflara, gitmiş kadar oldum. tadını çıkar :)

    YanıtlaSil