26 Ocak 2012 Perşembe

Salzburg - Alpler




Dönmemize çok az zaman kaldı ve mutlaka görmemiz gereken bir yer var: Salzburg. Salzburg'a mutlaka gitmek istiyoruz, ancak planlama için biraz geç kalıyoruz. Ocak geliyor, havalar iyice soğuyor. Ayrıca nedense Salzburg'a ulaşım birçok yerin aksine o kadar kolay değil. Viyana'dan Venedik ve diğer birçok Avrupa kentine 29 Euro'ya bilet varken, 3 saat uzaklıktaki Salzburg'a bilet fiyatları 100 Euro'nun üstüne çıkabiliyor. Gittiğimizde gece kalıp kalmama, gitmişken Salzburg yakınlarında bulunan ve UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alan Hallstatt'a gidip gitmeme konusunda kararsız kalıyoruz.

Sonuçta plan yapılıyor. En ucuz tren biletini, sabah 05.45'te Westbahnhof'tan kalkan trende, günübirlik gidiş dönüş olarak buluyoruz. Gidiş geliş 38 Euro'ya aldığımız biletlerle hem kentte geçirebileceğimiz saatler artıyor, hem gece kalıp kalmama kararsızlığından kurtuluyoruz. Günler öncesinden hava durumunu takip ederek, geziyi güzel bir havaya denk getirmeye çalışıyoruz.

Ve o gün geliyor. Son zamanlarda geceleri uyku sorunu çeken ben 2 saatlik uykuyla sabah 04.15'te kalkıp, 05.01'de Liesing'den merkeze giden ilk trene biniyorum. Hava daha karanlık olduğu için istasyona gidene kadar biraz korkmakla birlikte istasyona varmamla birlikte tüm korkum geçiyor. İstasyon yakınındaki pastaneler açılmış ya da açılmak üzere. İstasyon da, tren de tıklım tıklım insan dolu. Gerçekten Viyana'ya geldiğimden beri hep duyduğum gibi burada gün erken başlıyor. Ancak başta bunun erkenden kararan havanın erkenden aydınlanmasıyla ilgili olduğunu düşünürken, zaman geçtikçe böyle olmadığını anlıyorum. Günlerin en kısa olduğu aralık ayında güneşin doğuşu 07.00'yi, odanın içini aydınlatması ise 08.00'i geçiyor.

Geldiğimden beri ilk kez dükkanların açılışını yakalıyorum. Özellikle istasyonlarda gördüğüm insanlar günün diğer saatlerinde gördüklerimden farklı geliyor. Polisin istasyonda uyuyan bir evsizi sabahın köründe uyandırmasına bile tanık oluyorum.

Tren yolculuğu uyuyarak geçiyor. 09.00 gibi Salzburg'da olduğumuzda hava aydınlanmış. İstasyonun cafe'sinde kahve içip kendimize geliyoruz. Kayak takımlarıyla gelmiş insanlar Alpler'e çıkmaya hazırlanıyorlar.  Biz de saat 09.00'da açılan turist bürosundan haritamızı alıyoruz, eski şehre doğru yola çıkıyoruz.

Yolda ilk durağımız kent pazarı. Erkenden kurulan pazardan Salzburglular taze meyve sebze alışverişi yapıyor. Biz de Türkiye'de Neşeli Günler olarak bilinen ve Salzburg'da çekildiğini öğrendiğimiz Sound of Music filminin çekildiği yerlere tur bileti satan bir büfeye Hallstatt'ı soruyoruz. Bölgeye tur olmadığını, 2,5 saatlik toplu taşımayla gidebileceğimizi öğreniyoruz. Ancak Salzburg'u gezdikten sonra oraya gidip dönecek kadar vaktimiz yok.

Mozart'ın memleketi olarak tanınan, Mozart'la birlikte Sound of Music filmini turistlere pazarlayan ve kayak meraklılarının gözdesi olan Salzburg, aslında benim için tek bir anlam ifade ediyor: Alpler. Avusturya'ya gelmeye karar verdiğimden beri aklımda çocukluk kahramanım Heidi'nin yaşadığı Alp Dağları var. Başta belki İsviçre'ye de gidebilirim, Johanna Spyri'ye Heidi'yi yazmak için esin verdiği söylenen Mainfeld'i görebilirim diye düşünüyorum ama bu kadar kısa sürede mümkün olmuyor. Yine de Alpler hayaliyle Avusturya'ya gelip Viyana'da neredeyse yokuş bile görmemiş biri olarak, çocukluğumun en büyük hayali olan bu dağları en azından uzaktan görebilmek benim için büyük önem taşıyor.

Kent pazarından sonra havuzlu bir saray bahçesine, ardından Mozart'ın evi olduğu söylenen bir evin mağazasına uğruyoruz. Evi gezmekle vakit kaybetmek istemiyoruz. Sadece bir günümüz var ve kapalı mekanlarda harcayacak zamanımız yok. Mozart'ın evinden çıkınca köprüden geçip eski şehre doğru yol alıyoruz. Burada karşımıza kocaman bir kale çıkıyor. Kaleye merdivenlerle çıkmak istemeyenler için füniküler var. Füniküler ücretiyle birlikte kaleye giriş ücreti 10 Euro'yu geçiyor. Arkadaşım çıkmak istemiyor, 10 Euro'yu kaleye vermektense şarap eşliğinde güzel bir yemek yemeyi tercih edeceğini söylüyor. Ama ben şehrin içinden görünmeyen Alpler'in kaleden görüneceğine eminim. Israrlarım sonucunda fünikülere binip kaleye çıkıyoruz. Ön taraftaki seyir terasına gidiyoruz, ve Alpler tüm muhteşemliğiyle karşımızda.

Dağlar Salzburg'a oldukça uzak görünüyor. Ancak kayak yapmaya gelen insanları hatırlayınca, Salzburg'un Alpler'e ulaşım noktalarından biri olduğunu tahmin etmek zor değil. Hava o kadar güzel, güneş o kadar ışıl ışıl ki, güneşin parıltısından dağlar zar zor görülebiliyor. Yine de dağları arkama alıp bir sürü fotoğraf çektiriyorum. Kardeşimin deyişiyle "içimdeki Heidi biraz da olsa mutlu oluyor." Aslında biraz değil, çok mutlu oluyor. Her ne kadar gerçek olmadığını bilsem de, çocukluk kahramanımın o dağlarda bir yerlerde yaşadığını, tepelerde koşturduğunu hayal etmek beni çok mutlu ediyor. Sabit dürbünle dağları yakından inceliyorum. En tepe noktası olduğunu tahmin ettiğim yerde kocaman haçlar var. Sanırım oraya çıkmayı başarmış dağcıların nişanları. Herhalde dağcı olup Alp Dağları'nın zirvesine tırmansam ancak bu kadar mutlu olurdum.

Arkadaşım da halinden çok memnun. Bir banka oturup kanyak ve çukulata eşliğinde keyif yapıyor. Orada saatlerce vakit geçiyoruz. Işıl ışıl parlayan güneşin altında temiz havanın ve muhteşem manzaranın tadını çıkarıyoruz. O güzelliği bırakıp ayrılabildiğimizde turla kalenin içini geziyoruz. Çok büyük ve güzel bir kale. Rehber bize kalenin ve kentin tarihi hakkında pek çok bilgi veriyor. Ama benim aklım hala dağlarda. Turumuz bitince tekrar seyir terasına gitmek istiyorum. Artık güneş gidiyor, dağlar daha net seçilebilir. İkinci gidişimizde güneşin batışını yakalıyoruz. Ne kadar güzel bir zamanlama, Alpler'de güneşin batışını izliyorum. Hayatta daha ne isterim ki!

Aşağı indiğimizde akşam olmuş. Caddeleri gezerek, hediyelik eşya dükkanlarına girerek istasyona dönüş yolunu tutuyoruz. Viyana'da alışkanlığımız olmuş Nordsee'de oturup yemek yiyoruz. Ve akşam 20.10'daki trenimize yetişmek üzere istasyona geliyoruz. 3 saatlik yolculuk deliksiz bir uykuyla geçiyor. Ve bir yolculuğumuz daha Viyana'da son buluyor. Uzaktan da olsa Alpler'i görmüş olmanın mutluluğuyla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder