3 Nisan 2012 Salı

Cafe'leri - Kahveleri



Avrupa kültürünün simgelerinden biri olan cafe'ler, Viyana'nın günlük yaşamında çok önemli bir yer tutuyor. Kentte büyük bölümünün varlığı çok eski yıllara uzanan çok sayıda cafe var. Kimisi daha turistik, kimisi daha ünlü, kimisi daha pahalı ama ortak özellikleri, hepsinin birer tarza sahip olması.

Aslında bu durum sadece cafe'ler değil tüm dükkânlar için geçerli. Dünya çapında zincirlere sahip ünlü markalara ait olanlar dışında da dükkânların çoğu son derece çekici, estetik ve kendine has biçimlerde düzenlenmiş. Sadece Viyana'da değil, gördüğüm diğer ülke ve şehirlerde de durum böyle. Dükkânların her yerinden özen, zevk ve estetik akıyor.

Karşıdan bakıldığında hissedilen bu duygu, cafe'lerin içlerine girildiğinde artıyor. Hepsi gayet şık biçimde dekore edilmiş, her biri kendini diğerinden farklılaştırmayı başarmış. Farklılıklarını, tarihlerinden aldıkları hikayelerle ve tarihi müdavimlerinin anılarıyla perçinlemeyi başarıyorlar. Cafe Central, müdavimi olan Troçki'yle, Cafe Landtmann ise Freud'la övünmeyi sürdürüyor. Schönbrunn'un "küçük zafer takı" Gloriette ziyaretçilerine "krallara layık" bir Viyana manzarası sunarken, Cafe Hawelka duvarlarını çeşitli ressamlardan yemek ücreti karşılığı alınan tablolarla süslüyor. Tarih kokan bu eşsiz cafe'lerin dışında Aida, Cafe de l'Europe, Cafe Einstein gibi zincirler ve Florianihof gibi ara sokaklara saklananlar da kendilerine yer bulabiliyor. Viyana'nın meşhur 'sachertorte'sini paylaşamayan Sacher ve Demel belki de hepsinin en tanınmışları. Cafe Mozart ve Hofburg Sarayı'nın içinde, Sisi Müzesi'nin hemen altında bulunan cafe ise en merkezi yerde olmaları açısından turistler tarafından en çok ziyaret edilenleri. Viyana'da bulunduğum beş ay boyunca ancak bu saydıklarımda oturup genelde kahve içiyorum, bazen de pasta yiyorum. Sanırım gidemediğim bir bu kadar daha cafe kalıyor.

Kültürün her bölgenin, ülkenin koşullarına göre şekillendiği gerçeği burada bir kez daha karşımıza çıkıyor. Sanıyorum Yunanistan ya da İspanyol kentlerinin değil de Viyana'nın, Paris'in cafe kültürüyle dolu yaşamları iklim koşullarından kaynaklanıyor. Soğuk iklim, insanları uzun kışları geçirecekleri mekan arayışına itiyor. Bu durum bu kentlerdeki kültür ve sanat ortamıyla, yaşam tarzı ve estetik duygusuyla birleşince ortaya böyle bir kültür çıkıyor. Viyanalılar'a da uzun kış günlerini, sadece birer kahve içerek akşama kadar oturabildikleri bu cafe'lerde geçirmek kalıyor.

Ancak yine de kültürü sadece eldeki olanaklarla açıklamak yetersiz oluyor. Bunun en büyük kanıtı da, Viyana'ya kahveyi Osmanlıların tanıtması ve buradaki ilk kahve dükkânını Osmanlı ordusunda çevirmen olarak çalışan bir Ermeni'nin açması. Viyanalılar, kendilerine ilk defa Türklerin tanıttığı kahve konusunda almış yürümüşler. Kentin cafelerinde, hepsi "gerçek kahve" den yapılmış onlarca çeşit kahve sunuluyor. Aynı cafe'lerin dış görünüşü ve dekorasyonu gibi kahveler de çok özenli. Espressodan yapılan bu kahvelerin kimisi üstü süt köpüklü, kimisi kremalı, kimisi kremşantili olarak servis ediliyor. Sadece sütlü kahve istediğinizde bile önünüze emek harcanarak özenle yapılmış kocaman bir bardak kahve geliyor. Burada Türkler'den kalan bir gelenekle, kahvenin yanında bir bardak su da ikram ediliyor. Viyana'nın meşhur melange'ı ise içlerinden en güzeli olarak damağımdaki tadını hala koruyor.

Viyana'da geçirdiğim beş ay, her şeyin yanında, unutulmaz cafe'leri ve kahveleriyle de aklımda yer ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder