4 Nisan 2012 Çarşamba

Havası Suyu Tuna'sı



Bu kentin gökyüzü öyle geniş ki... Özellikle ilk geldiğim günlerde farkettiğim bu durum üzerine epey kafa yoruyorum. Gerçekten Viyana'da her kafamı kaldırdığımda uçsuz bucaksız bir gökyüzünün altında yaşadığımı hissediyorum. Bu durumun nedenleri üzerinde düşündüğümde, Viyana'nın dümdüz bir kent olduğu geliyor aklıma. Her yer dümdüz olunca, gökyüzü de uçsuz bucaksız bir düzlük olarak tepemde uzanıyor. Ayrıca binaların çoğunun aynı boyda, dört beş katla sınırlı olmasının bu durumda etkisi olduğunu sanıyorum. Gökyüzünün genişliğini kesecek saçma sapan yükse binalar yok burada.

Bir yerin havası hakkında fikir sahibi olmak içinse insanın kafasını gökyüzüne kaldırması yetmiyor. Viyana'da sadece 5 ay kalıyorum; yalnızca ekim, kasım, aralık, ocak, şubat aylarını burada geçiriyorum. Ekimde daha sonbahar kendini tam olarak hissettirmeye başlamadan önce birkaç gün de olsa güzel havasını yakalıyorum. Sonbaharı ve kışı geçirdikten sonraysa dönüyorum. Her kentin güzel olduğu bahar ve yaz ayları hakkında ise bir bilgim yok.

Aslında gelmeden önce havası hakkında edindiğim fikir döndükten sonra da değişmiyor. Okuduklarımdan, duyduklarımdan kentin havasının Erzurum'a benzediğini tahmin ediyorum. Kışları eksi 20'lere düşen hissedilen sıcaklıklar, yazları bol yağış. Ayrıca kentin havasının epey bi dengesiz olduğu çok kişi tarafından genel olarak kabul görüyor. Bir de rüzgârının meşhur olduğu söyleniyor ama benim gibi yılın 300 günü çok rüzgarlı bir kentten gelen biri için, buranın en yoğun ve soğuk rüzgarı bana olsa olsa memleketimin poyrazını hatırlatıyor. Bu kentte hava açıksa benim için güzel anlamına geliyor. Sonbahar ve kış ayları boyunca havanın açık ve güneşli olduğu günlerin sayısı ise o kadar da az değil.

Viyana'nın suyuna gelince. Her ne kadar denizden yüzlerce kilometre uzakta olsa da, kuzeyindeki Tuna, çevresindeki Viyana ormanları, ülkenin doğusundaki Alp Dağları Viyana'yı su kültürüne pek uzak düşürmüyor. Aslında Viyana ve su deyince aklıma en çok Alp dağlarından gelen içme suyu geliyor. Tüm Viyana çeşmelerinden akan su doğrudan Alpler'den geliyor ve içmeye doyulamıyor. İnsanın dönerken bu suyu şişeleyip yanında götüresi geliyor.

Birçok Avrupa kentine hayat veren Tuna ise Viyana'nın simgelerinden biri. Ancak bu kentin Tuna'yla ilişkisi pek hayal ettiğim gibi değil. Tuna kentin içinden geçmiyor, kuzeyinde kalıyor. Üstelik insanların müdahaleleri sonucu yatağı değiştirilmiş, yerinden oynamış; sonuçta ortaya bir Tuna kanalı (kente en yakın olan Tuna), bir eski Tuna, bir de asıl Tuna olmak üzere üç ayrı bölüm çıkmış. Açıkçası bulunduğum süre boyunca bu ayrımı pek de netleştirebildiğim söylenemez. Ama şehrin Tuna'ya en yakın olan yüksek noktası Kahlenberg Tepesi'nden bakıldığunda Tuna'nın nasıl parçalandığı biraz daha akla yatıyor. Buradan asıl Tuna küçücük bir gölet şeklinde görülüyor.

Sonuç olarak bu kentin kocaman gökyüzü ve Alpler'den gelen tadına doyulmaz suyu bende unutulmayacak tatlar bırakıyor. Aklımın ve kalbimin bir köşesinde her zaman saklayacağım tatlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder