12 Aralık 2011 Pazartesi

Viyana'da Opera - Bale




Viyana, kültürü ve sanatı, özellikle de konserleri ve
operalarıyla ünlü bir şehir. Çok sayıda mekânda yılın her döneminde birçok gösteri sergileniyor. Aslında sadece kapalı mekânlardaki gösterileri değil, işlek caddelerindeki kaliteli sokak müzisyenleri ve performans sanatçılarıyla, konser bileti satmaya çalışan Mozart giyimli gençleriyle insanı her dakika sanata çağırıyor. Bu şehir adeta sanatla iç içe yaşıyor.

Viyana'da opera deyince akla ilk gelen mekanlardan biri Staatsoper. Mekân dünyanın en iyi opera binalarından biri olarak gösteriliyor. Yapımına 1861'de başlanmış, ilk gösteri 1869'da sergilenmiş. Ama burası da 2. Dünya Savaşı'ndan nasibini almış ve bombalar binayı tamamen yıkmış. Savaştan sonra yeniden yapılan bina yeni teknolojiyle donatılarak tekrar Viyanalıların hizmetine sunulmuş.

Viyana'ya gelmişken Staatsoper'de bir gösteri izlemeyi istemek çok normal. Gösteriyi izlemek ise bir yandan çok zor, bir yandan çok kolay. Eğer "Topu topu bir kere gelicem, en iyi yerden izleyeyim" derseniz, gözden çıkarmanız gereken para 100 Euro'dan fazla. Ama "Para vermek istemiyorum, önceden biletle uğraşmak istemiyorum. Yeter ki bir gösteri olsun, ayakta da izlerim" diyorsanız çok kolay. Biz de böyle yaptık.

Kasım ayında Kurban Bayramı tatilini yıllık izninin bir kısmıyla birleştirerek Viyana'ya gelen kardeşimin istediği ilk şey, Viyana'da bir gösteri izlemek oldu. O gece o ve arkadaşımla birlikte Staatsoper'de sahnelenen Sylphide balesine gitmeye karar verdik. Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bu bale için beklentimin fazla olduğunu söyleyemeyeceğim.

Oyundan 1 saat önce Staatsoper'e gittik, önümüzdeki gençleri izleyerek sahne karşısından ayakta izlemek için 4 Euro'luk biletlerimizi aldık. Gösterinin başlamasını Staatsoper'in muhteşem salonunda bekledik. Son derece şık giyinmiş kadınlar ve erkekler salonun ışıltısına ışıltı katıyordu. Başlamasından bir süre önce gösteriyi izleyeceğimiz yere çıktık. Aslında ben her ne kadar ayakta dense de merdiven aralarına oturma imkanı falan olacağını sanıyordum. Oysa gerçekten ayaktaydı. Ayakta izleyiciler için 3-4 sıra korkuluk yapılmış, bunlar da 4'er kişi için bölümlere ayrılmıştı. Yerini seçenler şallarını bağlayarak kendileri için ayırabiliyorlardı. Burada gençler ve yalnız gelen meraklıların yanında takım elbisesini giyip gelmiş yaşlı başlı adamlar, hanım hanımcık kadınlar da vardı.

Ve gösteri başladı: Sylphide

Sylphide'in adını daha önce hiç duymamıştım. Sonradan yaptığım araştırmadan edindiğim bilgilere göre, dünyanın günümüze kalan en eski balelerinden biriydi. Hatta Vikipedi'nin iddiasına göre koreografisini İtalyan Filippo Taglioni'nin yaptığı balede, Taglioni'nin kızı Marie Taglioni parmak ucunda dans etme tekniğini ve bugün kullanılan klasik bale kostümünü ilk defa kullanmıştı. Eğer gerçekse bilmeden yaptığımız gösteri seçimi mükemmel çıkmıştı.

Bunlar biraz teknik, biraz ansiklopedik bilgiler. Beni ilgilendiren kısma gelince, ben hayatımda böyle birşey izlemedim. O görsellik, o estetik, 19. yüzyıldan kalan bir sanat eserinde teknolojinin kullanımı... Tek kelimeyle hayran kaldım. Opera bale gibi sanatların çağının geçtiğini düşünen ve nasıl ayakta kaldıklarını bi türlü anlamayan kardeşim bile gösteriyi çizgi film mükemmelliğinde buldu. Bana göreyse masal gibiydi.

Özellikle vahşi bir orman dekoru içinde geçen ikinci yarı büyüleciydi. Dekor üç boyutlu hazırlanmıştı. Ormanın sahnenin derinliklerine kadar gidişi dekordan izlenebiliyordu. Yeşil ormanın önünde muhteşem bir ahenkle dans eden beyaz giysili periler mükemmel bir görüntü oluşturuyordu. Özellikle havada uçan periler inanılmazdı. Aslında bunların hiçbiri günümüz teknolojisiyle yapılamayacak şeyler değildi. Belki de beni en çok, 19. yüzyıldan kalma romantik bir balede teknolojinin bu şekilde kullanılarak müthiş estetiğe sağladığı katkı etkiledi. Sonuç, inanılmaz bir görsel zevk.

Bu arada dikkatimi çeken bir şey, gösterinin orta yerinde seyircilerin sürekli alkışlaması, oyuncuların da sürekli gösteriyi keserek seyircileri selamlaması oldu. Bir de orkestra orkestra çukurunda değil, seyircilerin görebileceği bir şekilde yerleşmişti. Belki bale olduğu için böyleydi, bilemiyorum. Türkiye'de uzun zamandır operaya baleye gitmediğim için balelerde orkestranın nerede durduğunu hatırlayamıyorum. Ama yerli yersiz alkışlamanın ayıp sayıldığını, hatta bunun zaman zaman tartışmalara yol açtığını biliyorum.

Emin olduğum şeyse, böyle bir baleyi Türkiye'de izlememin pek mümkün olmadığı. Hatta, acaba tüm Türkiye'de sadece bu balede sahneye çıkan sayısı kadar balerin var mıdır diye de merak ettiğimi itiraf etmeliyim.

Volksoper

Ertesi akşamki durağımız Volksoper oldu, yani "Halk Operası". Viyana'nın kuzeyinde, merkeze görece uzak bir yerde 1898'de açılan opera. Staatsoper'den farkı dış görünüşünden başlayarak hissediliyordu. Bulunduğu yer, binanın kendisi, teknolojik imkanları Staatsoper'in yanından geçmiyordu. O gece Salome operasını yine aynı yöntemle, ayakta izledik. Ama ilk akşamki kadar beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Salonda çok sayıda boş koltuk vardı, bazı insanlar yarısında çıkıp gitti, çok da alkış almadı. Benim sıkılmamda ortamın kasvetli, konunun dini olmasının yanı sıra, tek bir kelime Almanca anlamadığım için konuyu takip edememem de etkili oldu tabi. Ancak konuşmalar dışında sahnede izleyiciye hitap eden hiçbir şey yoktu. Sahne oyun boyunca sadece birkaç defa değişti. İstanbul'daki gösterilerden pek de farkını görmediğim bu gösteri açıkçası bana pek birşey ifade etmedi. Hele Staatsoper'in büyüleyiciliğinden sonra...

Ama burda da ayakta opera izleyen gençler, yaşlılar, opera dürbünüyle gelen müdavimler Viyana halkının sanat sevgisi konusunda bana iyi bir fikir verdi. Eşitsiz de olsa, sanat herkes için.